Sosyal Medyada göç olgusunun Kadına Yönelik Şiddetin, Irkçılığın ve Ayrımcılığın aracı haline getirilmesi kabul edilemez!

Sosyal Medyada göç olgusunun Kadına Yönelik Şiddetin, Irkçılığın ve Ayrımcılığın aracı haline getirilmesi kabul edilemez!

Son dönemde sosyal medyada, göçmen erkekler tarafından tacize uğrayan kadınların videoları dolaşıma girdi. Bu görüntüler üzerinden göçmenlere yönelik ayrımcılığı körükleyen nefret yüklü dil keskinleşirken erkek şiddetiyle mücadele eden feminist örgütler de hedef haline getirildi. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadele eden Kadınlarla Dayanışma Vakfı olarak; sosyal medyada toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren, kadın bedenine yönelik cinsiyetçi yorum ve paylaşımı, ırkçılığa zemin hazırlayan ve toplumu kutuplaştıran ayrıştırıcı nefret dilini şiddetin bir parçası olarak değerlendiriyor ve reddediyoruz.

Dün olduğu gibi bugün de göçmen kadınlar dahil Türkiye’de hiçbir kadın erkek şiddetine karşı güvende hissetmiyor. Çünkü şiddete karşı kadınları koruma, şiddet faillerini önleme, şiddeti etkin şekilde yargılama ve şiddetin kaynağı olan cinsiyet eşitsizliğine karşı sürekli politika üretme yükümlülüğü olan devlet, bu yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Kadınlar her an, her yerde şiddete maruz bırakılma riskiyle karşı karşıya olmakla birlikte çoğunlukla en yakınları tarafından şiddete maruz bırakıldığı ve katledildiği bir gerçektir. Bu gerçeğin üzerini örterek kadına yönelik şiddeti “öteki” ve “yabancı” üzerinden kurgulamak erkek şiddetine karşı mücadeleyi zayıflatırken ırkçılığı ve erkek egemenliğini güçlendirmektedir. 

Türkiye’de yoksulluğun derinden hissedildiği bugünlerde; ekonomik kriz ve siyasi çıkmaz nedeni ile gelecek kaygısı yaşayan toplumun biriken öfkesi ırkçı ve erkek egemen yaklaşım tarafından hedef şaşırtılarak, kadınların şiddete karşı güvenlik talebi üzerinden göçmenlere yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Sosyal medyada ‘Sokakta göçmenler yüzünden kadın ve çocuklar güvende değil!’ yönünde ortaklaşan paylaşımlar nedeni ile göçmenlere yönelik öfke ve ayrımcılık toplum içerisinde, günden güne büyüyerek artmaya başladı. Yabancı düşmanlığının ve ırkçılığın verdiği zararları, yakın tarihten çok iyi biliyoruz ve bu nedenle kaygılıyız. Öte yandan aynı yaklaşım feminist örgütleri de hedef haline getirmeye çalışmakta ve göçmen erkeklerin fail olduğu erkek şiddetine karşı hareketsiz kalmakla suçlamaktadır.

Feminist bir örgüt olarak KADAV erkek şiddetinin karşısında olduğu gibi ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının da karşısındadır. Son dönemde sosyal medyada en açık haliyle görünen nefret ve ayrımcılığın bu netliği bulandırmasına izin vermiyoruz.

Vazgeçmiyoruz, dünyayı istiyoruz!

Vazgeçmiyoruz, dünyayı istiyoruz!

İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ta yaşadığımız toprakları, soluduğumuz havayı, eşitlik ve özgürlük düşünü paylaştığımız tüm dünya kadınlarıyla bir arada hissediyoruz. 

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı hep birlikte verdiğimiz mücadelede söylediğimiz gibi; Evet, “vazgeçmiyoruz!”. Hayatlarımızın ve haklarımızın değerini biliyor, sahip çıkıyoruz. 

Kadın emeğini, bedenini, varlığını değersizleştiren, sömüren tüm eşitsiz güç ilişkilerine, patriyarkaya ve kapitalizme karşı kadın hareketinin tarihsel ve güncel mücadelesini sahipleniyoruz. 

Ve diyoruz ki: Kırıntıları değil, tüm dünyayı istiyoruz. 

Cinsiyetçi iş bölümü, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ücretlendirilmeyen ev içi emeğimiz nedeniyle yoksulluğun, güvencesizliğin, sömürünün en ağırını biz kadınlar yaşıyoruz. Pandemi ile birlikte büyüyen ekonomik kriz koşullarında, “Geçinemiyoruz”.  

Ev içinde emeğimiz görünmüyor. Evin dışında ise başta göçmen kadınlar olmak üzere hepimiz ucuz emek deposu olarak görülüyoruz. Toplumsal cinsiyetçi iş bölümüne göre işe alınıyor, tekstil-konfeksiyon, gıda imalatı, hizmetler sektörü, ev-bakım hizmetlerinde kayıt-dışı, düşük ücretli olarak çalıştırılıyoruz. Sistematik ayrımcılık, mobing, taciz ve şiddetle yüz yüze kalıyoruz. Özellikle de göçmen kadın isek emeğin en zayıf halkası olarak görülüyor, türlü hukuksuzluk, ırkçılık ve nefretle mücadele ediyoruz. Devletten, sermayeden ve erkeklerden alacaklıyız, haklarımızı, emeğimizin karşılığını istiyoruz. 

Savaşlar, milliyetçi ve ırkçı politikalar, cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığını, kadınları vuran yapısal ve toplumsal cinsiyet temelli şiddeti büyütüyor. Zorunlu göç, hem göç sırasında yaşadığımız zorluklar hem de yeni bir hayat kurmaya çalıştığımız ülkede karşılaştığımız ayrımcılık, nefret ve sömürü ile en çok biz kadınları etkiliyor. Savaşsız, eşitlik ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir dünya istiyoruz. 

İşyerinde, evde, okulda, sokakta şiddetle sarmalanmış bir hayatın içinde kadınların ve LGBTİQ+’ların hayatı her an risk altında.  Geleneksel toplum değerleri, aile kurumu, dini değer ve inançlar öne sürülerek toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelemizin karalanmasını kabul etmiyoruz. Şiddete karşı mücadelemizin önemli araçları olan sözleşme ve yasaların yok sayılmasını ve uygulanmamasını kabul etmiyoruz. Şiddet faillerine yönelik cezasızlık politikalarını reddediyoruz! Şiddet görmeden yaşamak istiyoruz. 

Yalnız hayatta kalmak değil, haklarımızla, kendi kararlarımız, kendi seçimlerimiz ve tüm neşemizle eşit ve özgür bir hayatı, yani tüm dünyayı istiyoruz! 

Biliyoruz, “Kadınlar durduğunda dünya durur”*

Biliyoruz, Kadınlar birlikte güçlü! 

Biliyoruz, mücadele, kazandırır! 

Biliyoruz, feminizm dayanışmadır! 

Yaşasın birlik, mücadele ve dayanışmamız,  yaşasın 1 Mayıs. 

*1975 yılında İzlanda’da ilk defa kadınlar ücretli ve ücretsiz emeği gündeme aldıkları, ulusal çapta bir grev çağrısı yaptıklarında bu sloganı kullandılar.